top of page

Maruz Kalmak

Yazarın fotoğrafı: ysngngrysngngr

Urla’nın sabah serinliği, geçmişin tozlu raflarını karıştırmaya zorluyordu. Bahçedeki zeytin ağacının yaprakları, Feriköy’ün çatık kaşlı gökyüzüne dair bir şeyler fısıldıyordu sanki. Ya da bu, sadece zihnimin oyunuydu. “Çocukken, bir fotoğraf karesi kadar netti her şey,” diye düşünüyordum, “ne zaman bir kareye sığmaya çalışsak, hep taşan bir şeyler olurdu.”


Feriköy’deki çocukluk sabahlarını hatırladım; gri betonun karıştığı, rutubet kokusuyla boyanmış sokakları. Annemin her sabah kahvaltıda kendi iç dünyasını yansıtan bakışları, babamın elinden düşmeyen at yarışı bülteni. Gazeteden çok, şansın peşinden giderdi. “Belki bir gün,” derdi kendi kendine, “her şey değişir.” Ama hayat, onun şans bekleyişine inat, hep aynı kalırdı...


Küçük bir evde, büyük boşluklarla yaşardık. Annem, hayata direnen bir kadındı; bazen o direniş, bize yorgunluk olarak geri dönerdi. Yaşamadıklarına üzülür, ama bu üzülmeyi bile bir şekilde başarı olarak görürdü. Çocukken onun bu karmaşık duygularını anlamlandırmak zor olurdu, ama şimdi geriye baktığımda, onun hikayesinin kendine özgü bir cesareti olduğunu fark ediyorum.


Feriköy’de iki kardeşimle aynı odada büyüdüm. Biz birbirimize maruz kaldık aslında. Küçük kardeşim, benim kötü huylarımı almadı belki, ama o çekingenlik, başka yönlerinde zayıflıklara sebep oldu mu? Öbür kardeşimse her zaman inatçıydı; bu özelliği onun hayatında sağlam bir yer etti. Kardeş olmak, birbirine hem dayanak hem de yük olmaktı. Belki de bu yüzden çocukluk yaralarımız hâlâ taze.


İstanbul’un karmaşasında şekillenen çocukluk yıllarım, her fırsatta maruz kalmanın ne demek olduğunu hatırlatıyordu. İnsan, önce ailesine maruz kalır. İlgisizlikle ya da gereğinden fazla ilgiyle şekillenir. İkisi de zordur. İkisi de insanı eğriltir.


O sabah Urla’nın dinginliğinde, çocukluğumdan kopup gelen o gri sabahın köşelerinden bakıyordum. Zihnim, Dolapdere’nin pas kokulu sokaklarında dolanıyordu. Oradaki insanların çaresizliklerini fotoğraflar gibi hatırlıyordum. Bazıları, en az sokaklar kadar yıkıktı. Bazıları ise çaresizliklerinden heykeller yapıp, umut adını vermişti. Yeteneği ve vicdanı olan çocuklar, karanlık bir dünyaya maruz kalınca nasıl da harap oluyordu...


Beşiktaş’ta ise bambaşka bir dünya vardı. Şanslı ve varlıklı ailelerin çocukları, aşırı baskının ağırlığı altında eziliyordu. Görünüşte güçlü, ama içinde harap hayatlardı bunlar. İstanbul’un her semti, maruz kalmanın farklı bir yüzünü gösteriyordu.


Urla’nın zeytin ağaçları arasında, Feriköy’den, Dolapdere’den, Beşiktaş’tan ve İstanbul’dan arta kalanları düşünüyorum. Her bir sokak, her bir insan, her bir anı, özünde bir maruz kalma hikayesi. Ve bazen, bu hikayeyi anlamak için sessiz bir Urla sabahına maruz kalmak gerekebiliyor.


Zihnim, çocukluk anılarından kopup şu anki zamana döndü. Bahçedeki zeytin ağacının altında, kahvemi yudumlarken, şimdiki hayatımın ne kadar dingin ama bir o kadar da karmaşık olduğunu düşünüyordum. Çocuklarım, aynı evde büyüyen iki küçük evren. Onlara neyi maruz bırakıyorum acaba?


Bir kadın hatırlıyorum. Hayatıma giren ve benim merakıma maruz kalan birini. Merakım, onun hayatında bir kapı aralamıştı, ama o kapının ardında ne vardı, birlikte öğrenmiştik. Bazen maruz kalmak, birine yön gösterir; bazen de labirentin içine hapseder. Hikayelerimiz birbirine karıştı, sonra yollarımız ayrıldı. Ama geriye bir iz bıraktı; her maruz kalma gibi...


İşte, bu soru her şeyin özü. Maruz bıraktıklarımız, bırakmak istemediklerimizle hep bir savaş halindedir. Babamın bana bıraktığı hayaller ve annemin hikayeleri arasında öğrendiğim direnç, bugün beni ben yapan şeyler. Ama aynı zamanda, büyük boşluklarımın sebebi...


Bir zeytin yaprağının yere düşüşü kadar sessiz, bir martının uzak bir tepede kayboluşu kadar hızlıydı zaman. İstanbul’un o karmaşık, gri, sert dünyasından çıkıp burada, Urla’da dingin bir dengeye kavuşmak bana şunu öğretti: Hayat, şehirlerin kaotik veya dingin nefesiyle değil, kendi nefesini dinleyebildiğin yerlerde anlam kazanıyor.


“Maruz kalmak,” dedim kendi kendime, “bazen bir lanet, bazen bir lütuf. Ama asla nötr değil.” Bahçenin ucundaki taş duvara doğru yürüdüm. Gözlerimi kısarak, uzaktaki denize baktım. İşte oradaydı, çocukluk anılarımın bana öğrettiği şey: Değişim kaçınılmaz, ama her şeyin özü, maruz kaldıklarınla ne yaptığında saklı…


                      photo by ysngngr - yasin güngör
photo by ysngngr - yasin güngör


bottom of page