top of page

Doyumsuzluk

Yazarın fotoğrafı: ysngngrysngngr

Bir insan, kendine baktığında ne görür? Bir sonsuzluk ya da dibi olmayan bir kuyu mu? Yoksa gözlerinin arkasında bir hayal tarlası, çılgın bir bahar fırtınası mı? Doyumsuzluğun köklerini kazımaya kalksanız, ilk çıkan şey çocukluk olurdu sanki. Küçük ellerimizin her şeye dokunmaya çalışıp yetinemediği o zamanlar...


İlk insanların hikayesini düşün. O basit elleriyle taşın üzerini oyan, külü havaya savurup ateşi bulan, bir avuç buğdayı şehirlerin özüne döndüren insanı... Görünürdeki ihtiyaçları karşılanmış olsa da görünenin ötesinde bir şeyler aramaya devam etti. Bir an düşünelim: Peki ya Çoban Yıldızı'na çıkan yolu hayal eden zihin, aslında yalnızca kendi karanlığından kaçıyorsa? Bu durumda, ışığa ulaşmak bir amaç değil, sadece karanlıktan kurtulma çabası mı olurdu? Ya çölde su bulduktan sonra bile yeni bir vaha arayan insan, hep kendini bulmaya çalışıyorsa?


Doyumsuzluk, en güzel yalanımızdır belki de. Sınırsız bir hayal gücü, ruhumuzun sarıldığı dikişsiz bir yara gibi. Çünkü görünürde her şeyi olan insan, yine de ellerini havaya açıp “Daha fazlası” diye yalvarıyor. O daha fazlası, nereye gittiğini bilmeden koskoca bir nehir gibi akıp giden hayallerimizde saklı. Hayal gücümüzün ta kendisi, bizi dönmeyen yolların yolcusuna dönüştürüyor. Ve şu ironiyi düşün; insanı diğer tüm varlıklardan ayıran şey olan bu hayal gücü, aynı zamanda insanı en çok yoran, en çok çaresiz bırakan şey değil mi?


Ne zaman ellerime baksam, avuçlarımda kaybolan kumları görüyorum. Her bir zerresi bir başka hayal, bir başka umut. Ve yine de o kumu tutmaya çalışıyorum. Çünkü tutmak, kaybetmekten daha az çılgınca geliyor. Hayallerimizle çölde dolanırken bir an durup serapları seyretmek. Doyumsuzluk bir şey öğretiyorsa, o da bu: Her şeye sahip olamayız ama her şeyi hayal edebiliriz.


Ve sonra teknoloji geldi. Cebimizde taşıdığımız çılgın hayal makinesi. Parmaklarımız ekranı kaydırırken, bir şeyleri yakalamaya çalışıyoruz. Peki, neyi? Daha fazla beğeniyi mi? Daha fazla onayı mı? Sosyal medya, insanın şeffaf kafesi. Gösterdikçe daha çok saklanılan, paylaştıkça daha da yalnızlaşan bir çelişki. Her gülüşün, her filtreli fotoğrafın altında gizlenen o derin soru: “Beni bu hâlimle seviyor musunuz?”


Ama cevap yok. Hep aynı döngü; hep daha fazla, daha çok, daha yenisi. Ve biz, avuçlarımızda kaybolan hayaller gibi ekranın ötesinde kayboluyoruz. Doyumsuzluğun yeni şekli, kendimizi kaybetmenin yeni yolu: Sınırsız görünüp hiçbir şey sunmayan bir düş dünyası. İşte bu yüzden, ellerimizi açıp kendimizi rüzgara bırakmak belki de en radikal harekettir. Belki de kurtuluş, görünmeyen bir seraptan vazgeçip aynaya bakmaktan geçiyor…


                       photo by ysngngr - yasin güngör
                       photo by ysngngr - yasin güngör

bottom of page