Hayat bazen bir labirent gibi. Her dönemeçte bir soruyla karşılaşırsın; kimisi sessizce önünde durur, kimisi ise çoktan cevapsızlık sözleriyle yankılanır. Ama en derin sorular hep kalbimizin çatlaklarında gizlidir; yanıtlarına dokunmak bile cesaret ister...
Neden hedeflerim konusunda bu kadar netim ama yürüyemiyorum, diye düşünüyorum bazen. Sanki ayaklarım prangalı, rüzgâr ise hep ters yönden esiyor. Belki de netlik sandığım şey, içimde bir illüzyon. Dışımdan belirgin gibi görünse de içimde bir karanlık, bir bilinmezlik var. Her adımda bir şey kaybedeceğim korkusu mu bu? Yoksa şimdiki sıcak yalanların, soğuk gerçeklere tercih edilmesi mi?
En çok neyi özledim? Bu soruyu kendime sormaktan bile kaçıyorum bazen. Çünkü cevap, unutmaya çalıştığım bir yerlerde gizli. Belki bir zamanlar özgür bir gökyüzüne baktığım, belki koşulsuz sevgiyle sıkıca sarıldığım bir anı... Ama o şeyin adı her neyse, çoktan tozlanmış bir rafta beni bekliyor. Ona dokunmaktan korkuyorum, çünkü dokunduğumda yılların birikmiş hüznü avuçlarıma dolacak biliyorum.
Başkaların ilgisini ve sevgisini sorgulamak mesela... Bu, ruhumda bir çatlaktan sızan su gibi. Ne kadar kapatmaya çalışsam da hep sızar. Belki birilerinin gözlerindeki onayı çocuklukta kaybettim ve o günden beri, o eksikliği tamamlamak için savaşıyorum. Ama gerçek bu mu? Belki de kendi sevgimi hep başkaların aynasından izlemek alışkanlığım oldu. O aynalar olmasa, kendi varlığımı bile unutacak mıyım?
Ve o içimde “imkansız” diyen ses... Bazen eski bir hikâyeden kalan yankı gibi, bazen ise daha da eski, içgüdüsel bir korkunun fısıltısı. Bu ses benim mi, yoksa benden önce yaşayanlardan miras kalan bir yankı mı? İçimde kimin sesi konuşuyor?
Bir hedefe yaklaşırken kendimi neden geri çekiyorum? Bu soru bir yara gibi. Belki, o hedefe ulaştığımda içimdeki o sonsuz arayışı kaybedecek olmaktan korkuyorum. Belki de bir şeyleri kazanmanın, bazı şeyleri terk etmek anlamına geldiğini büyük bir acıyla öğrenmişimdir.
Mutluluğumun sorumluluğu... Bu kelimeler, elimde tuttuğum ama hep yere düşürdüğüm bir cam top gibi. Tutmaya çalışıyorum, ama hep bahaneler buluyorum. O bahaneler olmasa, tüm o eksikliklerin sorumluluğunu taşımam gerekecek ve bu ağırlıktan korkuyorum.
Hayatta en çok bahaneler ürettiğim alan ne? Belki de en çok arzuyla baktığım ama yaklaşamadığım yer. O yer, bir dağın zirvesi gibi; göz kamaştırıyor ama tırmanışı düşünmek bile yoruyor. Belki bir hayal, belki bir çocukluk tutkusu, belki de sadece kendimle gerçek bir barış.
Bu yazdıklarım, cevabı olmayan bir çok sorunun yankısı gibi. Belki de cevap aramak değil, soruları duyabilmek önemli. Çünkü bazen sorular, bize özlediğimiz yolu fısıldar. Yeter ki, o yankıyı susturacak cesareti bulalım.
